-->


8 Şubat 2014 Cumartesi

NECİP FAZIL KISAKÜREK 'in HAYATI ve ŞİİRLERİ

1905 yılının 25 Mayıs'ında İstanbul'da doğdu.
                 NECİP FAZIL KISAKÜREK 'in HAYATI
 
     Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyükbabasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. Maraş’lı bir soydan gelen şair, ilk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Heybeliada’daki Bahriye Mektebin'de (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin pek çok ünlüleri vardı: Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki gibi... 

      İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı (1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.

      Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü. 

      Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatının en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz.

      Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır. 

      Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergilerle düşünce hayatımıza kattığı zenginlik ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi (1936,17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ve kimi zaman da bulunan bahanelerle birkaç yılda bir hapse mahkum oldu. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır.


      Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferaslarla büyük ilgi topladı. Başta İdeologya Örgüsü (1959) olmak üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza verdiği büyük hizmet, diğer tüm yönlerini bile geride bırakacak üstünlüktedir.

      1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.

      Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılının (doğduğu gün olan) 25 Mayıs'ında vefat etti.
    
 
  Necip Fazıl Kısakürek'in Şirrleri

     ALLAH DİYENE

Her şey, her şey şu tek müjdede;

Yoktur ölüm, Allah diyene!

Canım kurban, başı secdede,

İki büklüm, Allah diyene!

Akıl, kırık kanadı hiçin;

Derdi gücü 'nasıl' ve 'niçin'...

Bağlı, perçin üstüne perçin,

Benim gönlüm Allah diyene...


---AYNALAR YOLUMU KESTİ

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;

İşte yakalandık, kelepçelendik!

Çıktınız umulmaz anda karşıma,

Başımın tokmağı indi başıma.

Suratımda her suç bir ayrı imza,

Benmişim kendime en büyük ceza!

Ey dipsiz berraklık, ulvî mahkeme!

Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!

Nur topu günlerin kanına girdim.

Kutsî emaneti yedim, bitirdim.

Doğmaz güneşlere bağlandı vâde;

Dişlerinde, köpek nefsin, irade.

Günah, günah, hasad yerinde demet;

Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!

Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:

Gözyaşı döksem, Nuh Tufanına denk?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.

Bakamam, aynada, aynada vicdan;

Beni beklemeyin, o bir hevesti;

Gelemem, aynalar yolumu kesti.

 
----BAHÇEDEKİ İHTİYAR

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış 

Nurlu ihtiyarın yanaklarında. 

Yapraktan saçını yerlere yaymış, 

Sonbahar ağlıyor ayaklarında. 


Süzüyor ufukta bir kızıl yeri, 

İçi karanlıkla dolu gözleri; 

Alnında akşamın ince kederi, 

Sessizliğin sırrı, dudaklarında. 


Yanan bir kağıtta küçük bir satır 

Yazı gibi akşam onu karatır; 

Artık o, silinen bir hâtıradır, 

Bu ıssız bahçenin uzaklarında...

Necip Fazıl

----ÇIRPINIR

Dinle, kulağını ver de mezara!

Ölüler evlâtan yana çırpınır.

Nesiller arası korkunç manzara;

Domuz yavrulayan ana çırpınır.

Kalbten kazıdılar iman sırrını;

Her günün bugünden beter yarını.

Acı rüzgârlara vermiş bağrını

Türk Bayrağı yana yana çırpınır.

Necip Fazıl

 
----ÇOCUK

Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;

Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...

 

Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;

Karıncaya göz atsa "niçin, nasıl?" ve hayret...

 
Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;

Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür.

 
Allah diyor ki:"Geçti gazabımı rahmetim!"

Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...

 
Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!

Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!

 
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;

Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...

Necip Fazıl
 

-----MUHASEBE

Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri! 
Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri! 
Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâlide! 
Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide. 
Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası! 
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası? 
Evet, kafam çatlıyor, gûya ulvî hastalık; 
Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık. 
Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem; 
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem. 
Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos! ! ! 
Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos! 
Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle; 
Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle... 
Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç! 
Genç adam, al silâhı; iman tılsımlı kılınç! 
İşte bütün meselem, her meselenin başı, 
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı! 
Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden, 
Daha keskin eliyle, başını ensesinden, 
Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına; 
Yerleştirse başını, iki diz kapağına; 
Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi? 
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi? 
Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen, 
İçimde homurtular, inanma diye gülen... 
İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe! 
Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe? 
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! 
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, 
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, 
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları. 
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; 
Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim! 
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! 
Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş... 
Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! 
Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım! 
Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana; 
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana. 
Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde? 
Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde! 
Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak! 
Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak; 
Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal. 
Mavalları bastırdı devrim isimli masal. 
Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin; 
Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin! 
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta; 
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta! 
Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni! 
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni! 
Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak! 
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak? 
1947 
  
Necip Fazıl Kısakürek
 

------SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.


Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.


Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir

Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.

 
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

 

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

 

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

 
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

 
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dâva büyük!..

 
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!

Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

 
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.

 
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;

 
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;

Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an!

 
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

 
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

 
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

 
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

 
Vicdan azabına es, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

 
İnsan üçbeş damla kan, ırmak üçbeş damla su;

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

 
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

 

Kafdağını aşsalar, belki çeker de bir kıl!

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

 
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

 
Sen ve Ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

 
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

 
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

 
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

 

 
----ŞARKIMIZ

Kırılır da birgün bütün dişliler, 
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim. 
Gökten bir el yaşlı gözleri siler. 
Şenlenir evimiz barkımız bizim. 

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze. 
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze. 
Sapan taşlarının yanında füze, 
Başka alemlerle farkımız bizim. 

Kurtulur dil,tarih,ahlâk ve iman. 
Görürler nasılmış neymiş kahraman. 
Yer ve gök su vermem dediği zaman, 
Her tarlayı sular arkımız bizim. 

Gideriz nur yolu izde gideriz. 
Taş bağırda, sular dizde, gideriz. 
Birgün akşam olur, biz de gideriz. 
Kalır dudaklarda şarkımız bizim. 
  
Necip Fazıl Kısakürek
 
 
----ANNEME MEKTUP

Ben bu gurbet ile düştüm düşeli,

Her gün biraz daha süzülmekteyim.

Her gece, içinde mermer döşeli,

Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.


Böylece bir lâhza kaldığım zaman,

Geceyi koynuma aldığım zaman,

Gözlerim kapanıp daldığım zaman,

Yeniden yollara düzülmekteyim.

 
Son günüm yaklaştı görünesiye,

Kalmadı bir adım yol ileriye;

Yüzünü görmeden ölürsem diye,

Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.

 
 
----AYRILIK VAKTİ 

Akşamı getiren sesleri dinle 
Dinle de gönlümü alıver gitsin 
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle 
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin 

Güneşle köye in, beni bırak da 
Küçüle, küçüle kaybol ırakta 
Şu yolu dönerken arkana bak da 
Köşede bir lahza kalıver gitsin 

Ümidim yılların seline düştü 
Saçının en titrek teline düştü 
Kuru yaprak gibi eline düştü 
İstersen rüzgara salıver gitsin

 NECİP FAZIL KISAKÜREK
 
---BEKLENEN 

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek
 
-----ÇİLE

Gâiblerde bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mavi tulbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı

Ateşten zehrini tattım bu okun,

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

Söndü istikâmet, yıkıldı boşluk.

Al sana hakikat, al sana rüya! 

İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;

Mekânı bir satıh, zamanı vehim.

Bütün bir kainat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

Otursun yerine bende her şekil;

Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,

Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,

Deliler köyünden bir menzil aşkın,

Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?

Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki sıcak yarada kezzap,

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selâm, selam sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!

Ey yedinci gök, esrarını aç!

Annemin duası, düş de perde ol!

Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi;

Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.

Teselli pınarı, sabır memesi;

Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,

Sırrını ararken patlayan gülle?

Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,

Mevsimden mevsime girdim böylece.

Gördüm ki, ateş de, cımbız da yokmuş,

Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;

Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.

Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?

Bu kükürtlü duman, nedir inimde?

Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,

Bir zehir kıymık gibi, beynimde.

Lûgat, bir isim ver bana halimden;

Herkesin bildiği dilden bir isim!

Eski esvaplarım, tutun elimden;

Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,

Arzı boynuzunda taşıyan öküz?

Belâ mimarının seçtiği arsa;

Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,

Birden kucağına düştüm gerçeğin.

Sanki erdim çetin bilmecesine,

Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;

Atlas sedirinde mâverâ dede.

Yandı sırça saray, ilahi yapı,

Binbir âvizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

İçiçe mimari, içiçe benlik;

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;

Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;

Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni âhenk, al beni birlik;

Artık barınamam gölge varlıkta.

Ver cüceye, onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

Öteler, öteler, gâyemin malı;

Mesafe ekinim, zaman madenim.

Gökte saman yolu benim olmalı;

Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak...



-----KALDIRIMLAR I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; 

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. 

Yolumun karanlığa saplanan noktasında, 

Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum. 


Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık. 

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. 

İn-cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık. 

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. 


İçimde damla damla bir korku birikiyor, 

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler, 

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor. 

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. 


Kaldırımlar, çilekeş insanların annesi, 

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. 

Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi, 

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir insandır. 

 
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta. 

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! 

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta, 

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! 


Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin, 

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler... 

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin. 

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. 


Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim! 

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları. 

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim. 

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. 

 
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya, 

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. 

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya. 

Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi.
 
-----ÖLÜM ODASI

Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş; 
Yerde çıplak bir gömlek; korkusundan dirilmiş. 
Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi 
Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi… 
Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü; 
Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü. 
Bezin üstünde ayak parmaklarının izi; 
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi. 
Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana; 
Gözleri renkli bir cam; mıhlı ahşap tavana. 
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var; 
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar. 
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an; 
Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan. 
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm; 
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm 
  
Necip Fazıl Kısakürek
 

----SU

Su I
Bir hamam ki, arınma gayesinden şaheser;

Arınmışların yeri, Cennette nurlu Kevser.

Su II
Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;

Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.

Su III
İnsanlar habersizken yolların verâsından,

Gökle toprak arası su şaşmaz mecrâsından.

Su IV
Su kesiksiz hareket, zikir, ahenk, şırıltı;
Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.
Su V
Kâh susar, kâh çırpınır, kâh ürperir, kâh çağlar;
Su, eşyayı kemiren küfe ve pasa ağlar...

Su VI
Su bir şekil üstü ruh, kalıplarda gizlenen;
Yerde kire battı mı, bulutta temizlenen...

Su VII
Bu dünya insanlığa manevî hamam olsa;
Her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa...

Su VIII
Su duadır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;
Onu madeni gökte altınlar gibi sarfet!
                 Necip Fazıl

 
  ---ZİNDANDAN MEHMEDE MEKTUP

Zindanda iki hece.Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam,boynunda yafta...

Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mi?..Belki ..Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...

Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak!

Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akıl almazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.

Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu?
Buradan insan mı çıkar,tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı.
Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı

Ondan kalan,boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"!
Çatık kaş...Hükumet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?

Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçem...
Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekun içinde yazıl ve çizil!

Insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik,mintanlarla et.

Somurtuş gibi bıçak,nara gibi tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat

Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan,sen öp seccadem!

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim,senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan

Karıştır çayını zaman erisin
Kopuk kopuk,duman duman erisin!

Peykeler,duvara mihli peykeler
Duvarda,başlardan yağlı lekeler
Gömülmüş duvara,bas bas gölgeler...

Duvar,katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin

Sukut...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep,ölü ve mezar?

Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç varda ,kalan biz miyiz?

Ses demir,su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden,kader bu,emir...

Garip pencerecik,küçük daracık;
Dünyaya kapalı,Allah'a açık

Dua,dua eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış

Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu
İplik ki incecik,örer boşluğu

Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş
Karanlığında nur,yeniden doğuş....
Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş!

Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir

Necip Fazıl Kısakürek
 

 

Hiç yorum yok: